Karı gibi karı…

…olmak istiyorum.
Bilgisayarım bozulduğunda mesela, aptal aptal ekrana bakayım, ya da bir arkadaşımı arayayım da gelsin benim için tamir etsin.
Ya da ne bileyim, evde masa, dolap, kitaplık monte edilmesi, matkapla duvar delinmesi gerektiğinde “tırnağım kırılır” kaygısıyla işe ben girişmeyeyim.
Başım azıcık ağrıdığında vızırdak, hasta olduğumda ilgiye, şefkate muhtaç olayım.
Sevgilim bana “bebişim, aşkitom, bebeeeem” demediği için bozulayım,
Her kadının elindeki çantanın markasını, tasarımcısını, fiyatını, yılını bileyim,
Evden dudağıma ruj sürmeden, ayağıma topuklu giymeden çıkamayayım,
Taksiden aşağı ulaşım aracı tanımayayım,
Hesap ödemek için elimi asla cebime atmayayım,
Kredi kartıma dipsiz kuyu muamelesi yapayım,
Yazları tek derdim hangi iskelede güneşleneceğim, tiril tiril elbisenin altına hangi sandalet, halhal, bikini üçlüsünü giyeceğim olsun…
Olsun!
Olsun…
Olsun?
Cık…
“Karı gibi karı”lıktan sınıfta kalmaya razıyım, ben başka bölümde okuyacağım.

Kadın neyle yaşar?

UntitledMalumunuz, 11. İstanbul Bienal’i hala devam etmekte. Ben hala gidip görmemiş olsam da…
Birçok insandan almış olduğum kötü “feedback” sonrası ayağım da pek gitmedi.
Hoş, herkesin beğenisi, tecrübesi kendine, araya sıkıştırmak da fena olmazdı.
Derken…
Aklıma esti, kendi Bienal’imi burada yazmaya,sergilemeye karar verdim.
Buyrunuz bakınız, kadın neyle yaşarmış:

*Ayakkabıyla : Hemde çok ayakkabıyla. Ne kadar çok, çeşit, o kadar güzel.
*Çantayla: Ayakkabıyla hemen hemen aynı efekt. Üst vücut kullanımı.
*İncik boncukla: En salaş kadın bile incik boncuk takar, takıştırır. Genlerle gelen bir özelliktir.
*Çikolatayla: Hele ki malum dönem öncesi… Olmazsa yaşayamayacağı dönem… Lazım.
*Çiçekle: Saksı çiçeğine her hemcinsim tutkun ya da ne bileyim bakmaya yatkın olmayabilir. Ama klişedir, kadınlar her ne kadar “sıradanlıktan” yakınsalar da klişeleri de severler. Bir adet, bir buket farketmeyebilir.
*İltifatla: Pohpohlanmak hepimizin hakkı.
*Kremleriyle: Bir gün sürmezse, ertesi güne kırışacağı korkusu olanları vardır. Aman ayrı gayrı komayın.
*”Ne kadar zayıflamışsın?” cümlesiyle: Daha mutlu edeni yoktur. Kadın için baş tacı edilecek yaşam kaynağıdır.
*Tasarımcı elbiseleriyle: “Marka takıntım yoktur” diyene beleşinden bir tasarımcı kıyafeti verin. Aynen yalar o tükürdüğü cümleyi.
*Şımartılmakla: Her çeşidi makbul. Sözle, hareketle, hediyeyle, jestle, beğeniyle…
*Hayran kitlesiyle: Kendi kendisini yenileyen bir mekanizmadır. Kadın kadını, adam adamı çeker düşüncesinden yola çıkılır, kitle dalgalanarak çoğalır ve de azalır. Herkese bu da lazımdır.
*Mükemmel erkek/ilişki/evlilik hayaliyle: 100bin kişiyle tanışsa da kafasına dank etmez böyle bir şey olmadığı. “Kadın aslında hayalle yaşar” sonucuna ulaşmamızı sağlayan düşüncedir aynı zamanda.

Kusuruma bakmayın, benim Bienal biraz aceleye geldi.
Siz satır aralarında dolana durun, ben belki biraz daha geliştiririm kendisini.

Topuk hadisesi

720_shoesOMG2Düşündüm, taşındım, biraz da kaşındım.
Dedim ki kendi kendime “Bu kadın milleti topuk giymeyi madem seviyor, Ulu şahsiyet kadınları neden memeli yarattığı gibi ‘topuklu’ da yaratmamış?”
Sonra -tabi ki- kendi sorumu kendim cevaplama yoluna gittim.
Boşuna Ulu değil, bir bildiği var.
Kadın dediğin mahlukat rahatsız.
Bir günü diğerine uymayan,
Bugün inceyi ve sivriyi severken, iki gün önce dümdüz tabanla gezen, yarın platform isteyecek olan…
Canı sıkıldığı, işe bunaldığı, sevgiliden ayrıldığı anda değiştirme furyasına giren…
Kimi gün kendisini vamp, bazı bazı sportif, olmadı smart casual ya da ne bileyim iddialı tanımlamak isteyen…
E bu da saç değil ki günden güne gidip boyatır gibi, boyunu, rengini, şeklini değiştiresin.
Portable topuk iyi olmuş be Tanrım.
Hay sen aklınla bin yaşa!

Yaşın kafaya dank etmesi

Ya da etmemesi.
Yani, düşününce, bir çoğumuzun anne babasının bu yaşta ikinci çocuğu bile vardı. (Bilmeyenlere ek bilgi, yaş 31)
Daha kimse “teyze” demedi gerçi ama “titre”inizin değiştiğini bangır bangır söylüyor çevrenizdekiler size.

Hatırlarım, geçtiğimiz baharda ilk defa Yapı Fuarı’nda geldi başıma.
Yemek almak için sıraya girdim, kontuarın ön tarafında siparişimin hazırlanmasını bekliyorum. Yaşça benden daha büyük olduğunu tahmin ettiğim ablalar yemekleri hazırlıyor. Bir karışıklık oldu, benim tepsime yanlış yemek kondu derken ablalardan biri, diğerini, beni işaret parmağıyla göstererek uyardı “hamburger şu kadının!”
Yüzümde ebleh ifadeyle kala kaldım. Hani birbirimizden “şu kız, bu çocuk” diye bahsetmeye alışmışız ya…kadın nerden çıktı şimdi?

Sonra mesela dün…
Wow (World of warcraft) oynar, yeni açtığım “gizli” küçümen karakterimle dağ tepe koşar, kurt kuzu bayıltırken şans eseri bir Türk’le tanıştım. Naber, iyi misin, hoş beş, geyik, kaz derken “senin yaş kaç?” sorunsuna verdiğim “31” cevabının üstüne “pardon siz” denmesi gururumu ayrı bir hırpaladı sanırım.

Bir de arkadaşlar arasındaki tanımlar da değişiyor.
Mesela “güzel kız”ken, “güzel kadın”a dönüyor tamlama.

Daha makbul müdür, hoşa mı gider tartışılır ama anlaşılan bunun geri dönüşü yok.
Tadını çıkarmaya bakalım bari.